HAYDAR ERGÜLEN'İN ŞİİRİNDE ÖZNENİN HALLERİ
Yücel Kayıran, Sombahar Kasım-Aralık 1995

Haydar Ergülen'in mevcut şiiri, ve bu şiirin yer aldığı serüven farklı anlatıcı-benleri içeren, bu farklı anlatıcı- benlerin 'bayrağı' birbirine teslim etmeleriyle gelişme eğilimi göstermektedir. Bu anlatıcı-benler, gerek üslup bakımından, gerekse varoluş düzlemleri ve kaygıları bakımından birbirlerinden farklılaşmaktadırlar. Bu farklılıklar, teknik olarak, imge dizgesine de yansımaktadır. Dolayısıyla, Haydar Ergülen'in mevcut şiiri, birbirinden farklı anlatıcı-benleri, birbirinden farklı üslupları, birbirinden farklı imge dizgelerini içeren bir şiirdir.

O halde, bu, her farklı anlatıcı-benin sorunsalını oluşturan varoluşun nitelikleri, ve bu niteliklerin anlamı nedir? Bu anlatıcı-benlerin çeşitliliğine paralel olarak gelişen üslup ve imge dizgelerini birbirinden ayıran nitelikler nelerdir? Yani Haydar Ergülen'in şiirine ait öznelerin özellikleri nelerdir?

***

Haydar Ergülen'in mevcut şiiri, Karşılığını Bulamamış Sorular, Sırat Şiirleri, Sokak Prensesi ve Eskiden Terzi adlı yapıtlarına dayanmaktadır. Yukarıdaki sorular açısından bakıldığında, ilk yapıt ile son yapıt aynı bir düzlemde, ikinci ve üçüncü yapıt ise başka bir düzlemde yer almaktadır. Başka bir deyişle, Eskiden Terzi'yi oluşturan şiirler toplamı, tıpkı Karşılığını Bulamamış Sorular'ı oluşturan şiirler toplamında olduğu gibi birbirinden farklı anlatıcı-benleri içerir. Oysa Sırat Şiirleri ile Sokak Prensesi kendi bütünlükleri içinde tek bir anlatıcı-beni içeren şiirlerden kurulmuşlardır; ama her iki yapıt birbirinden farklı anlatıcı-benleri içererek.

Karşılığını Bulamamış Sorular'ı oluşturan şiirler toplamına, bu sorunsaldan hareketle baktığımızda, Haydar Ergülen'in daha ilk yapıtta birbirinden farklı anlatıcı-benleri içeren bir 'şiir' ile yola çıktığı görülür. Özellikle, 'Tarih- Öncesi Şiirler' bölümü ile 'Orta Sınıf İçin Şiirler' bölümlerini oluşturan şiirler, gerek anlatıcı-benlerin varlık problemleri, gerekse bu problemlerin ifade edilişlerindeki üslupları bakımından farklılık içerir. Ancak ilk belirttiğim bölümdeki şiirlerin samimiyet duygusunu, ikinci olarak belirttiğim bölümdeki şiirlerin ise ironiyi bir söyleyiş tarzı olarak giyinmeleri, bu ilk yapıtın Haydar Ergülen şiirinin bütünlüğü açısından önem taşıdığını düşünüyorum.

***

Sırat Şiirleri'nin anlatıcı-beni bir varoluş düzleminden gok, bir bilinç düzleminde yer alır. Bir hissediş durumunda değil, bir farkediş durumundadır ve buradan hareketle bakmaktadır olup bitene. Bu düzlemde anlatıcı-benin ontik kimliğinin asal belirleyicilerini şehir ve taşra sorunları oluşturur. Yani şehir ve taşra, Haydar Ergülen'in şiirinde bir imge olarak değil, bir sorunsal alanı olarak yer alır.

sana tanık bulunur şehre salınmış gövde kaldır artık göğsündeki şu lekesizliği soyunup başımız önde şehri çıkalım! (Gövdelerin Gecesi)

Şehir, bir toplu yerleşim, bir olanaklılıklar alanı, bir refah alanı değil, samimiyetsizlikle ıralanan yüzeysel ilişkilerin yaygın ve güçlü olduğu bir alan olarak içeriklendirilmiştir Sırat Şiirleri' nde. Taşra ise, şehrin bu niteliklerle içeriklendirilmesine karşılık masumiyetin ve samimiyetin merkezidir.

ben denizi mahrem sanan yağmuru bildiğine utanan taşralı eskisiyim yüzüm ölülerle saf tutmuş bir melek gibi yıkanmaya eğimli yeni yaz sularında (Yaz, Tarihten Saklanmış Bir Bozgun Aramızda)

Samimiyetsizlik ve yüzeysellik şehirdeki ilişkilerin bir niteliği iken taşra bağlamında, samimiyet ve masumiyet ilişkilerin değil, insan varoluşunun bir niteliğidir. Ve bu nitelikler bir tür kendiliğindenlik içerir. Burada masumiyet ve samimiyet, saf ve temiz, güvenli ve içten olma durumunun yanında, ruhu ezilmemiş, tahrip edilmemiş, dolayısıyla ötekini ezmeyen bir ruh haline de işaret etmektedir. Şehir, işte, bu temizliğin ve saflığın kirletildiği, kişiliğin ezildiği ve ruhun tahribata uğratıldığı bir alandır. Birey, yapıp etmeler bağlamında, şehirde yer alırken, bilinç olarak sahip olduğu değerlerin niteliği taşrayı işaret eder. Buradaki 'işaret' hedef bağlamında bir işaret değil, kaynak bakımından bir işarettir. Yani taşra zihinsel düzenekte durmaktadır. İşte, bu bireyin göstereni olan anlatıcı-ben, şehre tepki gösterirken, gösterilen bu tepki kaynağını bilinç olarak taşradan almaktadır. Ancak önemle vurgulanması gerekir: Haydar Ergülen'in şiirinde şehir ile taşra sorunsalları sosyolojik ve kültürel bir nitelikten çok, felsefi bir nitelikle ıralandırılmıştır. Bu nedenle onun şiirinde şehir ve taşra kelimelerinin içi, ilk okumada boş gibidir. Dolayısıyla, Sırat Şiirleri'nin anlatıcı-beni, şehir ile taşra arasındaki sıratta yer almaktadır. Masumane ile zalimane arasında ontik olarak bölünmüş ve bu bölünmüşlüğün içsel muhasebesini yapan bir bendir bu. Ontik bir anlatımdan çok, epistemic bir anlatım söz konusudur burada: okuru bireyin varoluşuna götüren bir anlatımdan çok, bireyin varoluşu hakkında bilinç veren bir anlatım ön plandadır bu şiirde. Dolayısıyla, doğruları bildiğine emin, güven duygusu tam bir ruh haline sahiptir bu ben. Kendinden emin olmanın şiddetini içeren bir söyleyiş tarzı, bu şiirin tınısını oluşturur.

Sokak Prensesi'ni oluşturan şiirler toplamına gelince, Haydar Ergülen şiiri, tınısındaki bu şiddeti yitirir. Çünkü Sokak Prensesi'ni oluşturan şiirlerin anlatıcı-beni, Sırat Şiirleri'ndeki kadar doğrularından, yani dış dünya karşısında kendi varlığını, tinsel dünyasını korumaya yönelik olan güven duygusunun tamlığından emin değildir. Çünkü bu anlatıcı-benin üzerinde bulunduğu varoluş düzlemi, Sırat Şiirleri'ndeki varoluş düzleminden farklı bir içeriğe sahiptir. O artık, burada, şehir ile taşra sorunları arasındaki gerilimde değil, geçmiş ile hal arasındaki ontik gerilimde yer almaktadır. Burada, geçmiş ile hal kavramlarını tarihsel ve toplumsal anlamda değil, yani insanın dışında ve ondan bağımsız olarak gelişen zamansal anlamda değil, tam tersine, bireysel anlamında, tarihin geçmiş ve şimdi gibi asal kategorilerinin içselleştirilmesi anlamında, bireyin tinsel geçmişi ile haldeki tinselliği anlamında kullanıyorum.

İşte, Sokak Prensesi'nin anlatıcı-beni (bu bağlamda) geçmiş ile hal arasında, yani geçmişin onun varoluşu üzerindeki tahribatı ile, halin onun varoluşu üzerindeki tahribatı arasında; bireysel geçmişinin varlıksal yüküyle halde olup bitenle hesaplaşma, yüz yüze gelme durumundadır. Ancak bu irdelemeden, geçmiş ile halin, bireyin varoluşundaki tahribat arasında nedensellik bağlamında bir ilişkinin bulunduğu yargısı da çıkarılmamalıdır. Tahribat hayatın kendisindendir. Çünkü

hayat mı? kolajdan ibarettir (Taşra, Biraz Karışık)

hayat ontik olarak tahribatı içinde taşır. Tahribat hayata içkindir.

kıskandığım kalp seninse kır! hayat hikmetler biriktirir yağmalamayı yetecek kadar (Çocukbaba)

Yani Sokak Prensesi'ni oluşturan şiirlerin anlatıcı-beni, Sırat Şiirleri'ni oluşturan şiirlerin anlatıcı-beninden varoluş sırası bakımından, farklı bir düzlemde durmaktadır. İkincisinde kurgusallık başat bir öğeyken, ilkinde yaşamsallık başat bir öğedir. Bu düzlem bir bilinç durumundan çok, bir varoluş durumunu içermektedir. Burada, Sokak Prensesi'ni oluşturan şiirlerin niteliğini belirleyen ise epistemik söyleyiş tarzı değil, ontik söyleyiş tarzıdır.

Sırat Şiirleri ile Sokak Prensesi arasındaki poetik fark, sadece anlatıcı-benin varoluşuna dayanan bir fark değildir. Her iki yapıttaki şiirler, imge anlayışı ve dize kuruluşu bakımından da bir farklılığa sahiptir. Sokak Prensesi'ni oluşturan şiirleri imge anlayışı ve dize kuruluşu bakımından Sırak Şiirleri'nden ayıran poetik fark, bu şiirlerde, insan ilişkilerindeki durumlara, bu durumların niteliklerine, duygulara, heyecanlara nesne işlevi yüklenerek, nesnelerin sıfatı olarak kullanılmasında görülür.

'Bu Kız Elmalı Bir Kaptan Olmalıydı' gülümseme ağacından bir yelkenlide (yelkenli) yeleğim yeşil değil ödünç arkadaş rengi (Matmazel, Bugün Boğulmak Yasak)

Yani, fiillerin, duyguların nesne yerine konmasıyla, onlara nesne işlevi yüklenmesiyle oluşan bir imge anlayışıdır bu.

***

Eskiden Terzi, gerek üslup gerek söyleyiş tarzı bakımından, gerekse değişik anlatıcı-benleri içermesi bakımından, Haydar Ergülen'in diğer yapıtlarından farklı bir bütün oluşturmaktadır.

Bu farklı anlatıcı-benlerden biri, düşünsel bir mesajı kaygı edinmiş bir beni içermektedir. Bu nedenle o, bir varoluş alanından çok, bir zihin alanında durmaktadır. İnsanın yapıp etmelerinde açığa çıkan tinselliğin göstereni olan bir varoluş durumunu değil insanın olanaklarını, yeni bir varoluş için seçenek olması bakımından sorun edinmiştir bu anlatıcı-ben. Bu nedenle zihinsel bir düzenekte durmaktadır. Ancak bu zihinsel düzeneğin merkezinde yer alan sorunsal, yine insanın varoluşuna ilişkindir. İnsanın varoluşu tek bir ben'e mi dayanır? İnsan tek bir kişiden mi olanaklıdır? Birbirinden farklı eğilimler, bir ve aynı kişilığe mi aittir gibi sorularla özetleyebiliriz bu sorunsalı.

Siz bu kadar çok muydunuz, kimseniz yok mu - ara sıra benzemek ister ya insan birine - nasıl böyle kendinize benziyorsunuz kimse artık o kadar benzemiyor kendine (Bahçeli Rivayet) insan iki kişidir daha kalabalık değildir biri olmaktan (İnsan İki Kişidir)

Dostoyevski'yi izleyerek ifade edersem, insanın biri, saf, temiz, uysal ve iyiliksever, diğeri saldırgan, kötülüğe yönelik iki kişiliği içerdiği tezi ile; Orhan Pamuk'u izleyerek ifade edilecek olursa, insanın kendisinden sıkılarak bir başkası olmak istemesini dile getiren tez, bu anlatıcı-benin temel problemlerini oluşturmaktadır. Belirtmek gerekir, Eskiden Terzi'deki bu sorunsalı yuva edinmiş anlatıcı-ben, bu tezleri psikolojik bağlamda değil, felsefi bağlamda ileri sürmektedir. Doğal olarak, bu sorunsalı ve bu sorunsalı dile getiren anlatıcı-beni içeren şiirler, bir yaşam deneyimini işaret eden şiirler değil, tam tersine, tasarım ve kurgudan çıkan şiirlerdir.

Bu anlatıcı-bene ait üslup ise, Haydar Ergülen'in şiirinde, Sırat Şiirleri'yle başlayan üslubun bir tür devamıdır, diyebiliriz. Ancak, bu üslubun iç yapısını oluşturan, şiiri kurma tarzı, önceki kitapta yer alan şiirlerin kuruluş biçiminden farklıdır. Önceki kitapta yer alan şiirlerde bu imgesel oyun, bir dil oyununa, bir zihin oyununa dönüşmüştür. Dolayısıyla, daha once, sadece dizede yer alan oyun, burada şiirin bütününe doğru genişlemiş ve yayılmıştır. Böylece, bu üslupla, bu üslubun anlatıcı- beninin bir varoluş halinden değil de, bir zihin durumundan hareketle 'konuşması' arasında bir paralellik kurulmuş olur.

***

Eskiden Terzi'yi oluşturan şiirler toplamının anlatıcı- benlerinden biri de, bir ruh halini merkez edinmiş bireyin içinde bulunduğu bu ruh halinin dışavurumuna ilişkin bir söyleyiş tarzını giyinmiş bir bendir. Black-White, Şu Mahalle Barı adlı şiir bu anlatıcı-ben ve onun üslubunun örneğini oluşturur. Bu şiirde anlatıcı-ben, yaşanmakta olan bir yaşantı durumundan, bu yaşantının bireyin iç dünyasında oluşturduğu ruh halinden hareketle konuşmaktadır. Bu anlatıcı-ben, Haydar Ergülen şiirinin diğer anlatıcı- benlerinden, varoluş açısından bir farklılık gösterir. Diğer anlatıcı-benler, bir evrenin, şairin kurmayı düşündüğü tinsellikle ıralanan sorunsal bir bütünün içinden, bu bütünü dikkate alarak, tekil bir durumu sorun edinirken, bu anlatıcı-ben, bu tinsel bütünlükten değil, bir parçadan, yaşanmakta olan bir parçadan, bu parçanın bireyin varoluşunda oluşturduğu ruh halinden hareketle konuşmaktadır.

Haydar Ergülen şiirinin, toplumsal gerçeklikte fenomen bağlamında yaşanılanları, kaygı bağlamında merkez edinen bir şiir olmadığı dikkate alındığında, toplumsal gerçeklik alanında olagelen fenomenleri yeni bir üslupla ele alan bu şiir, onun şiir gelişimi içinde poetik nitelikli yeni bir düzlemde yer almaktadır.

'Periler Aşka Uçar', 'Yaz'ı' gibi şiirleri dikkate alındığımızda, bu yapıtta bir üçüncü anlatıcı benden ve onun |slubundan daha söz edebiliriz. Bu üslup Abdülkadir Budak şiirinin üslubuyla akraba olan bir üsluptur- tıpkı Sırat Şiirleri'ndeki üslubun Akif Kurtuluş şiirinin üslubuyla akraba olması gibi.

***

Bir şairin birden fazla anlatıcı-ben ile yazmasının anlamı nedir? Poetik veya ontolojik bağlamda, bu sorunun irdeleneceği yer bu yazı değil. Ancak Haydar Ergülen'in şiiri bağlamında bu sorun irdelenebilir. Çünkü, bir şairin poetik ve ontolojik olarak ne yapmaya çalıştığı, serüveninin sonunda ulaştığı bütünlükle anlaşılabilir. Yani bir şairin, birden fazla Ben'i yuva edinmesinin nedeni, şiirin nesnesinden, yani yöneldiği dış dünyanın ifade edilmesinin, farklı benleri, üslupları kullanmaya zorlamasından kaynaklanabilir; veya şiirin öznesinden, yani dış dünyaya yönelen benin varoluşuna içkin olan problemden kaynaklanıyor olabilir. Tabii, burada aslolan, bu 'kaynakların' varlıksal izdüşümlerin şiirin içinde, kendisinde bulunmasıdır. Gerçi Haydar Ergülen'in şiirinde bu yönde izdüşumler yok değildir. Örneğin, 'İnsan İki Kişidir' şiirinde bu yönde izdüşümler vardır. Ancak bu izdüşümler ontik nitelikli değil, düşünsel niteliklidir; varoluşu değil, zihinsel olanı işaret eder. Ancak, bir şair, her kitabında farklı bir anlatıcı-ben ve üslup oluşturuyor ve oluşturduğu bu anlatıcı-bene ve üslubuna veya bir öncekine artık bir daha dönmüyor ise, bu, o şairin tamamlamak istediği bütünlükle değil, şairin sürdürdüğü anlatıcı-ben ve üslubun artık devam ettirilemeyecek bir tıkanma noktasını ifade eden bunalımla ilgilidir. Dolayısıyla, şiir açısından poetik, şair açısından ontolojik bir sorundur bu.

Bununla birlikte, Haydar Ergülen'in şiiri, farklı anlatıcı- benleri ve üslupları içerse de, bütün bu farklılıkların dizenin, şiirin kuruluş mantığı bakımından ortak bir poetik düzlemde yer aldığını da belirtmek gerekir.