"ŞİİR DİKİŞ TUTMUYOR"
Orhan Kahyaoğlu, Sombahar Kasım-Aralık 1995

Yaklaşık on üç yıl once, Haydar Ergülen'in şiiri üzerine bir yazı yayınlamayı tasarlamıştım. Çabalamış ama, yazının içinden çıkamamıştım. Ergülen'in şiirlerini dergilerden okuyor ve çok etkileniyordum. 1981'de kitabı yayınlanınca bu isteğim artmıştı. Yazının yarım kalması beni çok rahatsız etmiştir. Çeşitli nedenlerle, bu yazma çabası ertelendi. Nihayet, Sombahar'a bir özel bölüm tasarladığımızda, yazma isteğim törpülendi ve kalemi Ergülen şiiri için elime aldim.

Eskiden şiir üzerine çok daha analitik ve araştırmacı yazılar kaleme almayı düşler ve uğraşırdım. Bugün ise, böyle bir araştırma düzeyine eğilimli olmadığımın farkındayım. Bu yüzden, bugün daha çok bir deneme-değerlendirme'ye yakın bir tarzda olduğumun farkına vardım. Yani şimdi, şairin şiiri üzerine kişisel duygu ve düşüncelerimi kısaca aktararak yazıyı oluşturmayı tasarlıyorum.

Haydar Ergülen bence Türkçe şiirin önemli dönüşüm süreçlerinin birinde ortaya çıktı. 1970'li yılların sonlarıydı bu. Şairler, bu dönem, iç dünyalarıyla hesaplaşırken, belli söyleyiş biçimlerine ve ortalama duyarlılıklara kilitlenmişlerdi. Söyleyişler hep birbirine benziyor; kullanılan sözcük ve zaman algılayışlarında ciddi ortaklıklarla karşılaşıyorduk. Bu istek dışı atmosfer, ortaya benzer sayısız şiir ve şairi getirmişti. 1970'ler noktalanırken, bu ortak ve egemen duyarlılığı zorlayan, dışına çıkmaya çalışan şiirler de belirdi. Bence Haydar Ergülen'in yazdıkları tam da böyle bir özellik gösteriyordu. Şair, o dönemin sıcak, gergin ve baskıcı ortamından tüm şairler gibi kıyasıya etkilenmişti. Ama, kendi ben'i ve duyarlılığı her şeyin önünde gittiği için, ortaya çıkan şiirlerde daha kendinin ve hakiki olan bir yan dikkat çekiyordu. Hayatı 'Karşılığını Bulamamış Sonlar'la doluydu. Şiire sanki bir sorulara yanıtlar bulabilmek için başlamıştı. Ama, serüven devam ettikçe, sorular çoğaldı, bir yumağa döndü ve şiirin içsel problemiyle birlikte büyüdü. Ne politik ne de entellektüel yüzü şiirlerinde ön plana çıktı. Şiirin kendisi ve iç problemleriyle boğuşan bir yolculuğa dönüştü. Şiiri en başta kendisi için yazıyor, diğer bütün faktörler onun arkasından geliyordu. 'Hakiki' olan da buydu zaten. Türkiye'de yazılan şiir ve geleneği azda olsa eşelenmişti.

Modernist şiirin etki alanında gezinmekteydi. Ama, farklı bir mistisizmi temsil eden bir şiir kulvarını da göz ardı etmediği hissediliyordu. Kendinin olan bir problematiğin peşindeydi. 'Karşılığını Bulamamış Sorular' (Yeni Türkü Yay. 1981) tam böyle bir arayış noktasında yayınlandı. Bu kitapta iki ana şiir mecrası vardı. Bunlardan ilki, tamamen Ergülen'in duyarlılığının bir sonucuydu. Karamsar, kırılgan, yalnız ve toplumsal/politik basınçtan, zordan kıyasıya etkilenen bir kişinin hayattaki tedirginliğine karşılık geliyordu. Bu hassas duruş, diğer yandan onu farklı ve radikal bir humoresk duruşla buluşturdu; ikinci mecra daha çok şiiriçi kanallara yönelikti. Şiirde o dönem ulaştığı birikimin, biraz da epik unsurları öne çıkartarak yazdığı bazı şiirlerle sorgulanması söz konusuydu. Bu iki mecra, tabii ki tüm netliğiyle birbirinden ayrılmıyordu. Ama, özellikle kitabın 1. Bölümü 'Tarih Öncesi Şiirler'le 3. Bölümü 'Orta Sınıf İçin İnsancıl Şiirler'de bu ayrım gözalıcı biçimde dikkati çekti. Şair bu şiirleri 'Tarih Öncesi' ve 'Tarih İçi' diye ikiye ayırsa da; bu ayrımın esas nedeninin özel hayatla entellektüel hayatın garip bir ikiliği ve çatışması olduğunu söylemek mümkün. Tüm bu ikiliklere rağmen yazılan şiirlerin sonuçta 'hakiki' olduğunu söylemek zor değil. Bakın, kitabın ilk bölümünde yer alan ve kitaba adını veren şiirin bir kesitinde neler yazıyor:

- her ses bir renge yakışır su kendi bildiğince akar hiçbir şeye benzemez içimizdeki uçurum ölümle karşılanmalı bazı sorular (s. 14)

Bu şiir 1979 yılında yazılmış. Ergülen'de hiç silinmeyen 'boşluk' duygusu ve ölümle hayat arasındaki ince noktada gezinen 'kara' duygular bu bölüm şiirlerinin çoğunda yer alır. Acı çekiyordur, karamsardır ama bu duyguyu kabalaştırıp fetişleştirmiyor, yazıyordur. Aşk da ölüm gibi hayatının kopmaz bir parçasıdır. Bazen neredeyse aynı anlamları ifade eder. Şairin içindeki mevsimlerle doğanın mevsimleri arasında garip bir köprü kurmuştur. Ortada Ergülen'e özgü 'içmevsimler' vardır. Örneğin, 'yaz' mevsimi hem bildiğimiz mevsimdir, hem de iç dünyanın mevsimidir. Yaz, şiirine girdiğinde bu çifte yüzüyle karşımıza çıkar. 'Unutulmaz Bir Yaz İçin' tam da böyle bir duyumsayışı temsil eder:

- bir aşkta sıradan yazlara da yer vardır sıradan bir aşkın sözlüğü gittikçe daralır artık ne fısıltı gibi ilk ürpertiler ne geceyarısının büyülü güzelliği ayrılıklar gelir kapımıza dayanır' (s. 22)

Haydar Ergülen şiirinde, imgeler, çok canlı bir havaya sahiptir. Sanki o kapalı, karamsar yanını bu yoğun imgelerle kamufle etmeye çalışmaktadır. Ama, bunu pek başaramaz. Şiirleri 'hakiki' yanıyla yazıldığı için, iç dünyaya ilişkin ipuçları hemen dikkat çeker. Yalnızca değişen 'mevsimler' vardır bu içte. Mevsimlerin sayısı da bence 'dört'ten çok fazladır. Coğrafyası ise hiç değişmez. İçinde yaşadığı karanlık ortam şiirlerine devamlı siner. Doğa duyarlılığıyla toplumsal duyarlılık içiçe yaşanıp bu mevsimlerin iklimlerini belirler. Ama genelde 'yaz' gibi hep sıcaktır bu mevsimler. Acı doludur, hüzünlüdür, kırılgan yapar insanı. Çok kez de ölümcül duygulara ket vurmadan kaleme alır duygularını. Ancak bu duygu da oldukça kaygandır. İmgelerdeki yoğunluk ve zenginlik, bu duygunun -ölüm duygusu- devamlı yaşanılır olmasını beraberinde getirir.

'Karşılığını Bulamamış Sorular'ın 3. Bölümü olan 'Orta Sınıf İçin İnsancıl Şiirler'le şiirinin ikinci mecrası belirginleşir. Aynı dönemde özellikle Ece Ayhan'ın poetikasından fazlasıyla etkilenmiştir. II. Yeni şiirinin ruhu az da olsa bu şiirlere sinmiştir. Şiir-içi ve şiir-dışı okumalar bu şiirlerde belirgin biçimde dikkat çeker. Gerçi bu şiirlerin sayısı çok azdır. Ancak, bu kitaptan sonar yazdığı ve uzun yıllar sonar –1991- kitaplaşan 'Sırat Şiirleri' dizisi, daha çok bu 3. bölümün birikimi ve izleklerin devamıdır. Kendine özgü ve şiir-içi bir tarih tavrı yakalanır. Hatta bazen 'epik' öğelerle bile (ilk kitabın son şiirlerinde) karşılaşmak mümkündür. 'Babalar Tarihi' bu noktada en çekici şiirlerden biridir. Ece Ayhan'ın radikal tarih algısına kendine özgü bir humor ekleyerek ortaya çıkan, farklı zenginlikler taşıyan bir damardır bu. Bakın neler der 'Babalar Tarihi'ndeki bir dörtlükte:

tarihin sonu yoktur takvimleri kaldırılsın caz istemez zil ve darbuka yeter giden gün ömürden doldur imanım görklü tarih aşkına dönsün hanendeler tarih gemisine boy sırasıyla binilecek (s. 53)

Şiir okumalarıyla tarih okumaları farklı bir yüzünü çıkarmıştır ortaya. 'Mutlu Evlilik' adlı şiirde ise epik, göstermeci bir yan dikkat çeker. Bölümün ve kitabın son şiiri 'Haydutluk Üzerine Ortaçağ Söylencesi'nde ise görsel, sinematografik bir yan belirmiştir. Tarih yine gündeme gelmiş, ama ironic bir boyut kazanmıştır, Günümüze, ortaçağ kültüründen bir gönderme yapmak mümkün olmuştur. Humor duygusunun doruklarda gezindiği bir şiirdir bu:

kente üç haydut gelmiş ikincisi çocuk be bakır sakalları yok nagant tabancası yok şişman karılarımızın göğsüne boylu boyunca üşümüş balıklar gibi uzanacak ölüm gelince (s. 60)

'Sırat Şiirleri'nde yayınlanan şiirlerle birlikte, ilk kitabın ikinci mecrasına daha yakın ama, kendi iç dünyasıyla da sıkça buluşturan bir 'tavır' şiirleriyle karşı karşıya geliriz. II. Yeni Şiiri'nin ruhu yine esin kaynağı olmaktadır. Kişisel duyarlılıklar kurumlarla hesaplaşmaya yönelmiştir. Haydar Ergülen'in olan ve olgunlaşmaya doğru giden bir Aşk'ın çehresi artık değişmiş, zenginleşmiştir. Yine içerden yazılan bir şiir egemendir. İki farklı mecra hassas bir biçimde aynı duyarlılık içinde yeniden inşa edilmektedir. Kırgınlıktan, kırılganlıktan biraz daha sıyrılıp şiirinde kendine özgü bir duruşu oluşturmaya çalışmaktadır. Bence bunu becermeye başlamıştır ama, ürünler tamamen rafineleşmemiştir. Bakın size bu bağlamda bir örnek verelim:

şimdi balkona çiksan sokaktan üç adam geçse birbirine benzemeyen ve birbirinin izinde biri sensin sularda boğulursun, biri sensin yaların aşkın hükmünde, biri sensin ucuz acıları yüklenmiş çerçi, bakışınla başlıyor üç adamın tarihi (Sırat Şiirleri, 'Kış Dersleri' - Remzi Yayınları, s. 29)

Bu kitapta Ergülen, daha köktenci bir hesaplaşmaya doğru gitmektedir. Kurumların neredeyse tümüyle hesaplaşan bir duygu yükü ön plana çıkmaktadır. Aile, Okul, Devlet gibi tüm kurumlarla yapılan hesaplaşmada, poetik bağlamı, politik olanın devamlı önünde gider. Tarihle bir yüzüyle hesaplaşılırken, öteki yüzü bir yadsımayı beraberinde getirir. Aşk ve Ölüm'ün birbirine yakınlığı çoğu şiirde hissedilir. Farklı bir duygusal donanımdan hareket edilmektedir. Ancak, söyleyişte entelektüel boyut her arkalara itilir. Şiiri yapan, duyarlılıklar kümesidir. Harfler, sözcükler ve dizeler. Hayata ve şiire dair ruhani tavır belirginleşmiştir. Kendine özgü bir mistik hava oluşturmaya başlamıştır Ergülen. Bazı poetikalardan, özellikle de Ece Ayhan'ın poetikasından tamamen sıyrılamamıştır. Özellikle 'Parasız Çiçek Soldurma Yurdu'nda bu poetikanın ve söyleyişin izlerine rastlanır. İşte şu art arda akan üç dizenin çağrışımları: 'yensiz gömleklere bürünsün bir daha kolsuz dervişler/ bürünsün ve sureti aynasından yanlış diller bölünsün/ devam devlet devam devletle.'

Bu kitapta, Ergülen'in en çok 'kendisinin, olan şiirlerden biri 'Yetim Kan, Yetimim Ol' (s. 43). Kendinin olan bir noktada duruşunu en çok simgeleyen şiirlerden biri bu. Az önce özetlediğimiz karşı duruş duygusunu en hakiki biçimiyle bu şiirde kotarıyor. İçeriden konuşuyor, kalabalık duygularından korkmuyor, en çok kendinin olana bu şiirde ulaşıyor. İşte bu şiirden bir kesit:

kalabalığa alışık bir ölümün ardından yorumcular çağı doğacak bir gecikmiş gibi usul usul koşarken yanındaki gölgesinden yorulan ve okuldan atılmış bir aşk dünyayı ezberlerken gece ve gündüz bazı aşklar tarihten bazıları muhasebeden kendini tekrarlayacak (s. 44)

'Sırat Şiirleri'ni art arda yayınlayan ve Üç Çicek dergisini çıkaranlardan biri olan Ergülen, 1980 ortalarından sonra, Şiir Atı dergisinin içinde olsa da, çok az şiir yayınlamaya başladı. Bu bir geri çekiliş, bir dinlenme ve kendini, şiirini yeni baştan gözden geçirme dönemi olarak düşünülebilir. Çok az yayınladığı için, şiirinin hangi mecrada aktığı konusunda kesin bir değerlendirme yapmak mümkün olmamıştır. Ergülen, 1990'la birlikte önemli bir çıkış yapar. Bir kitapla çıkmıştır ortaya. 'Sırat Şiirleri' henüz kitap olarak yayımlanmadan, 'Sokak Prensesi' adlı bir başka yapıtla okurlarına ulaşır. Bu kez, 'Sırat Şiirleri'nden farklı olarak, ilk kitabının ilk mecrasına yönelmektedir. Acı, kırgınlık, yalnızlık gibi duygular tekrar belirginleşir. 'Anne' ve 'Çocuk' şiirinin yine kopmaz parçalarıdır. Ama, ilk kitapta yer alan 'Tarih-Öncesi Şiirler'deki duygusal yoğunluk, doku ve tepkicilik fazla ön plana çıkmamaktadır. 'Küçük Alışkanlıklar Nergisi', 'Pelerin', 'Üzüm Adası' ve 'Ateş Kuşu' gibi birçok şiir vardır bu kitapta. Ama, kitap beklenen bir doygunluğa bence ulaşmamıştır. Bunlar Ergülen'in 'ara dönem' şiirleridir. Şiirin sıcak ortamından biraz uzak durduğunun ipuçları bu kitapta yakalanmaktadır. Çocuksulukta direnmektedir şair. Hareketli bir dönemin kapıları bu kitapla aralanmaktadır.

'Ateş Kuşu' şiiri bu arzunun en önemli göstergesidir. Şiir şu dizelerle noktalanır:

cüce şehir yüzünü yetişkin bir çiçekle örter ekim'de avlanan yağmur nisan'a düşer iyidir evlerde tül ırmakları çünkü, su kuşlarının annesi hâlâ bir çocukluk ikindisidir' (s. 31)

'Sırat Şiirleri' 1991'de kitap olarak yayınlanır. Ergülen'de bu kitaptan sonra yoğun bir üretkenlikle karşılaşırız. Özellikle son üç yıl devamlı şiir yayınlar şair. Şiir ortamının tekrar yoğun biçiminde içine girmiştir. Ortaya çıkan şiirler tam bir olgunluk dönemini simgeler. İşin en etkileyici yanı, ilk kitapta dikkat çeken iki mecra işte tam bu dönem yazılan şiirlerle özgün bir noktaya ulaşır. Artık tamamen Haydar Ergülen'in olan bir poetika'nın söz etme zamanı gelmiştir. Aşk, acı, yalnızlık, kırılganlık gibi ana duyarlılıklar, etkili bir humorla buluştuğunda ortaya yepyeni bir şiirsel tat çıkacaktır. Okur artık rafineleşmiş bir şiirle karşı karşıyadır ve bu şiiri bence Ergülen'den başkası yazamamaktadır. Duygu ve humor belli bir denge içinde şiirlere yedirilmektedir. Sözcüklerde zorlamaya, önceki kitaplarda yer yer rastladığımız dilsel zorlamalara ve başka poetikalardan etkilenmelere bu kitapta pek rastlanmamaktadır. İnce ince işlenen, hiç zorlanmayan bir müzik oluşturmuştur şiirlerinde. Yer yer tabii ki olgunluğun getirdiği bir 'şiirsel ağırbaşlılık'a da rastlanır. Şiirindeki uçarı yanlar törpülenirken, farklı bir estetik düzeyin, şiirsel donanımın rolü hissedilmektedir. Humor belirgin bir nitelik taşımamaktadır; şiirsel tadın bir duygudaşına dönüşmektedir. 'Beyazların Hayatı' (s. 37) Eskiden Terzi'nin en güzel şiirlerinden biridir.

beyazlar diyor ki: 'bu dalgaya yelken açılmaz, daha büyük gemilere saklayalım yolculuğumuzu' içdenizlerden geçmeden okyanus anlaşılmaz! (s. 38)

Evet, Ergülen artık içdenizleri geçmiştir. Okyanusa geldiğinde ise farklı bir iç dünya ile karşı karşıyadır. Artık iklimi ve coğrafyayı farklılaşmıştır. Tüm duygusal birikim, onu rafine bir şiir diline ulaştırmıştır. Şiirler farklı biçimlerde okunabilmekte, sözcük fazlalığı, zorlamalar kalmamaktadır. İnsanın görünenle görünmeyen yüzü, iyi yanıyla kötü yanı bir şiirde bir arada resmedilmektedir. Şairin bu esnada, duruşuna dair temel göndermeler yakalanır bu şiirde. Bakın şiirin başka bir bölümünde neler diyor şair:

şair/sen şehri beyazlara bırak yerlilerin niyetlerine bak şiirimiz beyazlara göre değildir ev kötü niyetli yerliler beyazlardan da tehlikelidir! (s. 39)

Ten ve beden'i eşelerken, onu aslında en çok ilgilendiren gövde'dir. Şiire de aynı gözden baktığı için, yapının sağlamlığı ve oturmuşluğu onu çok ilgilendirir. Bu, şiire olduğu kadar hayata karşı da bir duruş biçimidir. Hep birşeyler eksik ya da fazla. Ama olsun, şiir ancak bunun farkına varılarak yazılabilir. Bu farkına varış bir olgunluğun ifadesidir. Ergülen, gövdeyi baştan beri sorgular. Sorgulamadı mı şiir yazamıyacağının farkındadır. On beş yılı aşan şiir serüveninde bu noktayı hiçbir zaman gözardı etmemiştir. 'Büyük Gözlü Kız'I yazarken de durum böyledir. 'Eskiden Terzi'yi yazarken de, Kitaba adını veren 'Eskiden Terzi'den ilk dörtlüğü dökerek noktalıyorum yazımı. Artık bu şiirin kalıcılığına inanma zamanı gelmiştir:

beni eskit, bir terzi çıkar fazlalıklarımdan, prova yokmuş meğer, acıyan ve acıtan ten var oldukça gövde dikiş tutmuyor (s. 71)

***